index

30 Kasım 1998 Pazartesi

Derin internet üzüntüde - Özcan Özbilge

 

Derin internet üzüntüde / Özcan Özbilge
Kasım 1998

Devletin derinini duymuştuk da, internetin derini de nereden diye çıktı diye sormayın. Çıktı işte. Bu derin internet tamlaması, belki benim bir kaç yüzyılı birarada yaşamak durumunda kalan naçiz aklımın bir uydurmasıdır, ama ne farkeder ki? Sabahtan akşama dinlediğiniz, seyrettiğiniz, okuduğunuz o Susurluk kamyonları dolusu uydurmadan daha zarif, ihtimal akıllarınıza daha az zarar bir uydurma sunuyorum sizlere - üstelik inanmanızı da talep etmiyorum. İhtimal bu yüzden uydurmam kaymak, hem de diğerlerinden daha gerçektir.

MozillaDerin internet üzüntüde. Silikon vadisinin kuytularında yuvalanmış Open Source kurtuluş örgütü, yakın zamanlarda kazanmış olduğu büyük bir destekçisini sığ internete kaptırdı: Bilgisayarını ucuz bir telefon gibi kullanan aptal sarışınlara, dizüstü oyuncaklarını daha açmayı kapamayı beceremeyen yerden bitme avukatlara, hayatının aşkını internette bulacağını sanan evde kalmış biçarelere ve bilimum sıradan orta sınıf mensubuna e-posta ve laklak (chat) satarak büyüyen America Online parayı bastırdı ve Netscape'i satın aldı. Netscape'in işe yalın ayakla gelen, kahvesini koyu içen, kulakları küpeli, en zevksizi "new age" dinleyen ve de her zaman "chic" çalışanlarının şimdi lacivert takım elbiseli bir patronu var. Sanal dünyanın dört bir yanına yayılmış liberallissimo tekno-geyikçiler, eski tüfek GNU'cular ve Linux müritleri, tam da tekelci kapitalizmi dize getirmek üzere olduklarını düşünürken şu olanlara bakın, ellerimiz böğürlerimizde kaldı. Kurtuluş örgütü diyorum ama, abarttığımı düşünmeyin: bu tekno-geyik çocuklar bizim coğrafyamızda doğmuş ve bizim kahvelerimizde büyümüş olsalardı, sonuç nasıl olacaktı? Ben metaforlara inandığımı her zaman söylemişimdir: yanda gördüğünüz simgeye bakarak (veya üstüne tıklayarak) düşünebilirsiniz.

Mozilla, şu anda kullandığınız tarayıcınıza (eğer Netscape markasını taşıyorsa) yaratıcılarının ve derin internet tekno-geyikçilerinin verdiği isim. Bu sevimli dinazor, Microsoft'un haksız rekabeti altında bunalan Netscape'in bedava dağıtmak zorunda kaldığı tarayıcısının araştırma geliştirmesini sürdürebilmek üzere program dosyalarını kamuya açmasıyla özgürlüğünü kazanmış ve tekno-geyikçilerin Linux pengueninden sonra en çok sevdikleri hayvancık olarak gönüllerde taht kurmuştu. Açık yazılım (Open Source) hareketinin kökenleri internetten de eskiye dayanıyor. Kısaca ve kabaca "programlamanın mülkiyetinin kişilerde değil kamuda olması gerektiğini savunan" ve "yazılımların ancak bu şekilde bütün toplumun yararına olacak şekilde gelişebileceğini öne süren" bu hareketin öncülüğünü GNU topluluğu yapmıştı. GNU'cular vaktiyle komünistlikle dahi suçlandılarsa da, bana sorarsanız Amerikan liberalizminin biraz kaçık, biraz mühendisçe bir yorumundan daha fazlası değildi hayata geçirmek istedikleri. Pek çoğumuz için kullanışlı birer gereç olan bilgisayar programları, yaratıcıları için daha farklı anlamlar taşırlar. Mühendisler birbirlerinin yazdıkları programları okurken, tanışır, haberleşir, şakalaşır, makine komutları arasına insani renkler de nakşederler. Uzmanlık gerektiren pek çok meslekte olduğu gibi, bu meslekte de işin ölçüsünü kaçıranlar (ki açık yazılımcıların çoğu kaçırmışlardır) gerçek dünyayı yaptıkları iş aracılığıyla algılamaya başlar ve giderek kendi üzerine kapanan bir gündelik içersinde, meslekleri aracılığıyla hisseder, sever, üzülür, kızar, konuşur ve siyaset yapar olurlar. Program dosyaları, yaratıcıları için bir dile, ortaklaşa kurulan bir dünyanın yapı taşlarına dönüşürken, aynı zamanda öğrenilmiş ya da içten gelen bir "iyinin" yegane ifade aracını da oluştururlar. GNU'cular, girdikleri çabayı hangi akıl yürütmelerle akılcılaştırıyor olurlarsa olsunlar, esasen, "iyiyi" yaratmak üzere kurdukları psedo-dünyalarının, ticari şirketlerin yayın ve mülkiyet hakkı satırlarıyla parçalanmasına ve zaptedilmesine isyan ediyorlardı. Gerçek ve iktisadi dünyaya karşı daha acemi ve daha dilsiz olduklarından kuşkuyla karşılandılar. GNU'nun keçisi hiç bir zaman Linux'un pengueni ya da Mozilla'nın dinazoru kadar sevilmedi. Ama dünyalarına bir yol açtılar; dahası kaygılarını ve seçimlerini kurumlaştırmayı başararak kendilerini kanıtladılar. Gerçekten de, birbirlerinden özerk çalışan yüzlerce mühendisin, boş zamanlarında bir çeşit imece ilişkisi içersinde ve para karşılığı olmaksızın yazıp geliştirdikleri "açık yazılımlar" nitelik, sağlamlık ve işlevsellikte ticari ürünleri fersah fersah geçti. Bu başarı tekno-geyikçilerin ve ekranları içine gömülmüş yaşayan gözlüklü ineklerin sabırlı egolarını okşarken, iktisadi dünyanın da dikkatini çekti. Netscape'in satılmasının hemen öncesinde, (pek çoğu Microsoft korkusundan olsa da) hatırı sayılır çaptaki ticari şirketlerin de "açık yazılımın" erdemlerinden dem vurmaya başladıkları görülüyor, köktenci öncülerinden daha yumuşak söylemli kimi açık yazılım yandaşları, kamu malı yazılımın ticari şirketler için de neden tercih edilmesi gerektiğine dair akıllar yürütüyorlardı.

America Online, Netscape'in açık yazılım hareketine ve Mozilla topluluğuna vermiş olduğu desteği hiç bir şekilde kesmeyeceğini hemen açıklamış olsa da, tekno-geyikçilerin yürekleri pırpır, web siteleri kararsız ... Aptal sarışınlardan kazanılan parayla desteklenecek dünyalarının eskisi kadar gerçek ve sıcak olmayabileceğinden korkuyorlar. Oysa ki aptal sarışınların böyle bir sorunu yok, belki de bu yüzden onlardan gerçeği de yok.

Dostlukla


Kaynak : Araf Dergisi Kasım 1998


30 Eylül 1998 Çarşamba

Hazların en sanalı ... - Özcan Özbilge


Hazların en sanalı ... / Özcan Özbilge 
Eylül 1998

Posta kutumda bulduğum zoraki reklam mektuplarını çoğunlukla içine bakmadan siler geçerim. Bazen bir başlık merakımı cezbeder, e-postayla reklamı yapılan bir şeye para verecek gözüm olduğundan değil ama. Alışkın bir inceleme dürtüsüdür benimki - erkek primatlar olarak o pek sevdiğimiz haz oyununun muhtemel bir açılışıdır öte yandan: açıklamak üzere anlamak ve anlamak üzere açıklamak.

Heyhat!

Bu sefil e-posta reklamlar çoğunlukla, 10 dolara zengin olmanın sırrını satan basit aptallıklar ve yahut - mesela tüm Londra büyükşehir bölgesindeki - en cazip otomobil yedek parçası fiyatlarını müjdeleyen gevezeliklerdir. Eskiden olsaydı - yani düzenin iletişime geçebileceğim bir aklı olduğunu hala varsaydığım günlerde olmuş olsaydı, belki de en azından içimden "Yahu kardeşim, ben Viyana'da oturuyorum, bana ne Londra'daki yedek parça fiyatlarından!" mealinde bir şeyler geçirir, hatta belki o yedek parça satıcısına bir kaç satır bir şeyler bile yazmış olabilirdim. Mektubum Londralı yedek parça satıcısının bilgisayarının başında oturan kızın ekranına düştüğünde, muhtemel bir iki yıl önce Scarborough'dan Londra'ya gelmiş ve üç aylık bilgisayar kursundan sonra yedek parçacıda e-postayla gelen siparişleri almak üzere işe başlamış bu taşralı kızcağız, yazdıklarımı - sipariş olmamasına rağmen - önemli bulabilir ve ne yapması gerektiğini kestiremediğinden amirine sormaya karar verebilir; amir - o gün eğer solundan kalkmamış veya miskinliği üstünde değilse - siparişci kıza "sil gitsin" demek yerine, e-posta ilanlarını dağıtma işini verdikleri küçük firmaya telefon ederek reklamlarının neden Viyana'ya gönderildiğini sorabilir; e-postacı çocuk bu türden ufak tefek yanlışlıkların önemsiz olduğunu öne sürmek yerine kibar ve titiz bir girişimci olduğunu göstermek amacıyla mektubun bir nüshasını kendisine göndermelerini isteyebilir; taşralı kızcağız önemli bir şeyi atlamamış olmanın kıvancıyla, bilgisayarının başına döner dönmez ilk iş benim mektubumu o gün hemen dağıtımcıya gönderebilir ve bendeniz sonunda Londralı yedek parça satıcısının elektronik ilan dağıtım listesinden azad olmuş olabilirdim. Gülmeyin, hayatta her şey mümkündür. Lakin, bütün bu olup bitenler, benim ertesi gün posta kutumda - mesela bu kez de tüm Kaliforniya'da - armudun iyisini en ehven fiyattan sunan bir manavın reklamını bulmamın önüne geçemeyecekleri gibi, anlaşılacak veya açıklanacak bir takım özgüllükler de içermezler. Herşeyin neden böyle olduğunu biliyoruz zaten: şeyler böyledirler ve böyle oldukları için de şeydirler.

Posta kutuma son - yani az önce - düşen reklam, ABD başkanının önümüzdeki hafta piyasaya verilecek olan sorgu videolarından korsanlanmış parçaları herkesten önce - hemen bu gece - izleyebileceğim bir web sitesinin adresini bildiriyor. Söz konusu sitede beni sadece başkanın façasının büyük jüri önünde aldığı şekiller beklemiyor; ayrıca 2000.- dolar ödüllü bir çekilişe katılabilir ve hatta arzu edersem ayda 4.95 dolar gibi görülmemiş bir fiyattan kendi sitemi de - onların belirleyecekleri reklamları ücretsiz yayınlamayı baştan kabul etmek koşuluyla - kurabilirim. Düşünüyorum: bende parmağımı kıpırdatma isteği yaratmamış olsa da, bu son reklam mektubunun merakımı Londralı otomobil yedek parçalarından veya Kaliforniyalı armutlardan biraz daha fazla cezbettiğini söyleyebilirim. Henüz ölmemiş ve hatta görevi başındaki bir ABD başkanının, bir pazarlama nesnesi olarak da ülkesinin ekonomisine hizmet edebildiğini görmek gözlerimi yaşartıyor. Eski türden bir erkek primat olarak, kendimi bu haz furyasından mahrum etmek istemiyorum ben de pek tabii - şehvetle anlamaya girişiyorum.

Dostlukla
Özcan Özbilge


Kaynak : Araf Dergisi Eylül 1998


31 Ağustos 1998 Pazartesi

Tasarımcınızın X-Emelleri - Özcan Özbilge

Tasarımcınızın X-Emelleri / Özcan Özbilge
Ağustos 1998 

Bilgisayarımın başına dikilmiş, bir yandan ağzına götürdüğü tel çerçeveli gözlüğünün sapını kemiriyor, bir yandan da orada öyle dikilip durmasının meyvesini - ona soran gözlerle bakmamı - bekliyor. Sakalının solgun kızılları, şimdi seyrelmiş ak saçlı kafasının bir zamanlar renkli olduğuna işaret ediyorlar. Ekranımdaki satırı bitirmeye çalışırken, kaşlarımın altından da bedeninin duruşunu kesiyorum ... yine bir angarya mı yıkmaya çalışacak, yoksa ilginç bir şeyler mi anlatmak niyetinde? Klavyemden çıkardığım çakur çukur senfoniyi ekrana patlattığım şiddetli bir tokatla nihayete erdirip arkama yaslanıyorum. Patronum hiç beklemeden konuşuyor: X-emel uygulamaları geliştirmeye ne dersin? Biraz muzip, biraz kıvançlı, ilgimi çektiğinden emin. 

Hımmm, x-emel uygulamaları ha? Bir elimi başıma götürüp, saçlarımı karıştırıyorum. 

Aslına bakarsanız, Mahmutpaşa`da gömlek, Sahaflar'da ansiklopedi satmış, Ümraniye`nin trikotaj atelyelerinde yün tozu yutmuş, Beşiktaş`ta mütercim, Babıali`de çevirmen olarak bilinen, ümit veren genç şairlikten erken emekli, gündüzleri işletim sistemi yazan, geceleriyse kültür çözümlemesi yapan birinin, bir sabah uyandığında x-emel uygulamaları da geliştirmeye başlamaması için hiç bir neden yoktur. Benim ama, galiba bu kez, başlamak için fazladan nedenlerim vardı. Çocukluğundan bu yana, X sesinin ve bu sesin yarattığı duyumların peşinde, aslında taksi şöförü olmak istemiş, herşeyi olmuş ama onu bir türlü olamamış, belki -spekülasyon bu ya - Allah bilir sırf bu yüzden Marksist ve her zaman bir takım emellerin peşinde, yolu yarılamış yıldızsız bir seyyarenin, X sesini ve o emelleri biraraya getiren bu yeni sözcüğün cazibesine kapılmaması düşünülebilir mi? Belki de ben bu iş için yaratılmış ve ama biraz erken gelmiştim dünyaya - belki de bu son teklifiydi kaderin. 

"Aaa, bak bu ilginç!" dedim, biraz nazlanmaya hazırlanan bir edayla ama, profesyonelliğin raconunu elden bırakmamak gerekir ya ... devam ettim: "konuşalım bu konuyu." Ayrıca, x-emel uygulamaları geliştirmenin, öyle herkeslerin de rüyalarını süsleyecek bir iş olduğunu söyleyemeyiz herhalde. Bir kere sözcüğün içerdiği sesleri sevmiyor olabilirsiniz: Örneğin, x-em-el şeklinde söylendiğinde, Freud'un sofasından Kasımpaşa sokaklarına kadar uzanan geniş bir metaforlar ve sesler evreni kulağımıza doluşuveriyor. Biraz nezaketsiz, hatta pekala sakil bile olduğu söylenebilir bu sözcüğün: X-emel. 

İnternetin İngilizce kısaltmalar denizinde, kısaltmalardan bir kısaltma XML, açılmış adıyla "Extensible Markup Language". XML'i Türkçeye nasıl çevirecekler, doğrusu henüz bilmiyorum. Lakin resmi bilişim Türkçesini takip edebildiğim kadarıyla bir tahminde bulunursam, "Genişletilebilir İmgeç Dili" şeklinde veya buna pek yakın bir karşılık önerileceğini sanıyorum. Gerçi belli olmaz, Microsoft Türkçesinin resmi bilişim Türkçesini köşeye sıkıştırdığı şu günlerde, bakarsınız XML'in nasıl Türkçeleşeceğine de Microsoft karar verebilir. Microsoft Türkçesi dedim de, bu dil gözüme ya da kulağıma çalındığında Öztürkçe duymuş Ahmet Kabaklı gibi titremeye başlayıp, ağzımdan köpükler saçarak yerlerde debelendiğimi de itiraf etmem gerekiyor. Fakat nerede kalmıştık? XML'deydik, evet. 

Efendim, XML'in "genişletilebilir" bir şey olmasının bir nedeni var. Okuduğunuz bu dosyanın da düzenlenmesinde kullanılan HTML (Hypertext Markup Language) dilinin sağladığı sayfa düzenlemesi ve sunum olanakları tasarımcılara dar geldiğinden, daha genişletilmiş bir imgeç diline ihtiyaç duyulmuş. Gerçekten de, HTML basit sayfa düzenlemelerinden daha fazlasını gerektirmeyen yazı ağırlıklı belgelerin elektronik sunumunu kolaylaştırmak için düşünülmüş vaktiyle. Tasarımcılarsa, ekranda arzu ettikleri sonucu alabilmek için HTML'i amacı dışında kullanma yoluna gitmişler, çaresiz kaldıklarındaysa matbuatın biçimlerine sığınmışlar. Sözgelimi, ağda birbirinden farklı boyutlarda ve çözünürlükte ekranlarla seyre çıkan kullanıcıların tümüne birden aynı sayfa estetiğini sunmak, HTML ile neredeyse imkansızdır. Etrafınıza şöyle bir baktığınızda, webin, dolaşımdaki en küçük boyutlu ekranlara sığabilecek şekilde sabit boyutlarda hazırlanmış, tatsız ve matbuat kılıklı milyonlarca sayfayla dolup taştığını görürsünüz. Biraz büyükçe bir ekranınız varsa, bu sayfaların kötü yapılmış olanları gidip ekranınızın sol kenarına yapışırlar, biraz daha iyice olanlar ise kendilerini ortaya alarak iki tarafta geniş boşluklar bırakırlar. HTML ile web sayfalarına kazandırabileceğiniz işlevsellik de oldukça kısıtlı ve az seçeneklidir. Ağda domates satmaya çalışan bir manav ile kelli felli bir milli devlet sanal ziyaretçilerine aşağı yukarı aynı kullanıcı arayüzünü (user interface) sağlamak durumundalar. HTML sayfalarını bugün çeşitli ilave programlama dilleri kullanarak canlandırmak mümkünse de, toplama uygulayımlarla gerçekleştirilen web tasarımının, üretimi meşakkatli, bakımı zor, kısa ömürlü ve elektronik aktarımın aksaklıklarına karşı dayanıksız bir ürün olduğu biliniyor. 

XML, anlayacağınız, zaman içersinde HTML'in yerini almak üzere geliyor. İnternette mevsimlik doğup batan bir çok geçici yenilikten farklı olarak XML kalıcı bir yer istiyor sanal hayatlarımızda. Lakin selefinden esasta bir farklılığı var: XML bir sayfa düzenlemesi dili değil bir dil dili. Evet, biraz karıştırdığımı düşünüyorsunuz, farkındayım, ama şunu eklediğimde, söylediklerimin az daha aydınlanmış olacağına eminim: XML ile herkes kendi HTML'ini yazabilecek. Yani öyle ki tasarladığınız sayfanın ne gibi bileşenlerden oluşacağına kendiniz karar verecek, bu bileşenleri kullanışlı "imgeç işleyicilerde" tanımlayacak ve sonra oturup sayfanızı kurmaya girişeceksiniz. 

Mesela diyelim ki biz de bir AML (Araf Markup Language) yazmaya karar verdik ve sitemizin babası sevgili Taner'i bir imgeç olarak tanımladık: <TANER>. Taner, her zaman beyaz zemin üzerinde mavi renkte oniki punto Times New Roman ve illa da Keith Jarrett'ın Gurdjieff yorumları eşliğinde okunmak isteyen bir adam olsun. Taner'i bir imgeç olarak öyle tanımlarız ve o isterse bir Arafiyan tartışmasında konuşuyor, isterse bir makalede yorumlarını sunuyor olsun, sizler onu her zaman o renkte, o puntoda ve o müziğin eşliğinde okursunuz. Daha fazlasını da yapabilir ama Taner: sözgelimi satırlarını okumak isteyenlerin, önce kendi veri tabanından rastgele seçilmiş bir sinema tarihi sorusunu doğru olarak cevaplandırmalarını isteyebilir ve sizde o cevabı doğru olarak veremediğiniz müddetçe Taner'in satırlarını tarayıcınızda göremezsiniz. Veya yine diyelim ki Taner oniki punto maviden bıktı ve artık sekiz punto lacivert okunmak istiyor. Güzel. İnternet'in en ücra köşelerine kadar yayılmış olabilecek Taner yazıları, bir kaç klavye darbesiyle merkezi olarak değiştirilebilir - artık mavi Tanerleri arayın ki bulasınız. 

Yalnız ... bir şey var. 

Ben sizlere bu oyunları anlatıyorum anlatmasına da, XML esasen Taner'in keyfinin veya benim tahayyülümün hizmetinde olmak üzere geliştirilmiyor. İnternetin başlı başına bir sanayiye dönüşme sürecinde, manavları milli devletlerden, rakip işletmeleri birbirlerinden ayıracak, web sitelerinin derinlemesine gelişmesini ve uzmanlaşmasını destekleyecek, ağın işlevsel tekdüzeliğini parçalayarak hakiki anlamda uygulayımsal ve kıran kırana bir rekabeti devreye sokacak yeni bir aşamaya giriyoruz aslında. XML ile bir kısım web sayfaları artık, yeniden üretilemez kullanıcı arayüzlerine dönüşeceklerinden, webin "avamı" ve "seçkinleri" de kalıcı olarak ayrışmış ve internetin bir zamanlar içerdiği eşitliğin son kırıntıları da tarihe karışmış olacaklar. 

Bütün bunlara tasarımcılarınızın kötü emelleri neden olacak - benim değil ama bakın, ben, artık biliyorsunuz ki X sesinin peşindeyim sadece. Bir gün bir yerde bir XML görürseniz ve bu size tuhaf bir şekilde Mahmutpaşa'yı hatırlatırsa eğer, evet, evet, yanılmadınız, işte o ... 

Dostlukla
Özcan Özbilge


Kaynak : Araf Dergisi Ağustos 1998



1 Temmuz 1998 Çarşamba

Yok Yahoo! - Özcan Özbilge


Yok Yahoo! / Özcan Özbilge
Temmuz 1998 

Çok zamandır hesaplamaya çalışıyorum: Bir internet mevsimi kaç dünya yılına eşittir? Bir gözlem aralığı seçiyorum önce kendime, diyelim ki 1998'in ilk altı ayı. Sonra süreci izlemek üzere bağımsız değişkenlerimi belirliyorum; cebimde sağlam bir kuramsal çerçeve. Yöntemimin muhtemel yetersizliklerini araştırmayı da ihmal etmiyorum pek tabii. Bendeki de akıl işte, biraz eski anlayacağınız, çocukların kuram ve yöntem gibi şimdi modası geçmiş şeylerle büyüdükleri zamanlardan kalma bir şey. Bir işe yaramıyor ama. Gözlediğim şey, seçtiğim aralık sona ermeden buharlaşıyor; geriye kalansa bir hezeyanlar tortusundan başkaca bir şey değil. Her zaman tekrarladığım bir ifade vardı: Avrupalıların takvimiyle "budalalığın yüzyılını" kapatıyoruz. Şimdi söylemeye çok da gönüllü değilim ama, şeytan da dürtüyor işte: Biz galiba, değerli dostlarım, budalalığın yüzyılından lavukluğun onyılına geçmek üzereyiz.  Onyıl dedim, zira önümüzdeki yüzyıla en fazla o kadar ömür biçebiliyorum, dünya yılı cinsinden, evet öyle. 

Geçtiğimiz yıl bu aylarda internetin sivri zekaları "push" ile yatıp "push" ile kalkıyorlardı. Bilmeyenler bu "push" da ne ola ki diyecekler ya, şimdi artık esamesi okunmayan bir şeyi anlatmaya değer mi, bilemiyorum. Servetler yatırıldı, bilgisayar başında hamburgerli ömürler tüketildi, hisse senetleri kapışıldı, ağın iki büyük oyuncusu Microsoft ve Netscape geç farkettikleri bu oyunda geri kalmamak için araştırma-geliştirme kaynaklarından (hangi ölçekte bakarsanız bakın) muazzam hacimleri mevcut ürünlerine "push" uygulayımını katabilmek için ayırdılar. "Push" uygulayımı esasen basit ve tanıdık bir fikrin ürünüydü: bildiğimiz web sayfaları-ürünleri internetin bir noktasında (okuduğunuz bu makale gibi) askıya çıkarılmak yerine, doğrudan okur-tüketirin bilgisayarına gönderilecekti. Yalın ve tek bir web sayfasını bugün internette bir yerden bir yere göndermek e-postayla da mümkün, ancak dizgesel bir biçimde birbirleriyle ilintilendirilmiş çok sayıda karmaşık web sayfasını okurun bilgisayarında her sabah yeniden tesis etmenin yüklü bir maliyeti var. Bu maliyeti ne okur-tüketirler ne de reklamcılar ödemeye yanaşmayınca, "push" furyası hüsranla sona erdi. Sermayeler eridi, iflaslar edildi, saçlar başlar yolundu, işler kaybedildi. 1997'de yıldızı parlayan iki düzine yeni girişim ardarda kapandı; ayakta kalan iki işletmeyse faaliyet alanlarını değiştirmeye çalışmaktalar. O arada biz de "push" lafını Türkçeye çevirme zahmetinden kurtulmuş olduk. Şimdi bu lafı nasıl çevirirsiniz Allah aşkına: "it" deseniz bir türlü, "ittir" deseniz bir türlü. 

Bu yılın furyası da kopalı bir kaç ay oluyor: "portal". Yine servetler yatırılıyor, hisse senetleri uzaya fırlıyor, bir bardak internette fırtınalar kopuyor. Bana sorarsanız bu furyanın ömrü de bir dünya yılına sığar. Diyeceksiniz ki, "push furyasını takip ettin, ondan yola çıkarak böyle bir tahminde bulunuyorsun".  Yok yahoo! Sallıyorum sadece. Alem sallaya sallaya dünyayı yürütüyor, ben de bir makalede biraz sallayayım istedim işte. Neyse uzatmayayım, "portal" ne demek, ona geçiyorum. 

Efendim, webin bir metaforu derya denizdir ya ... siz de bu makaleyi okumak için, kimbilir dünyanın neresinden, o deryada "seyir" veya "sörf" ederek geldiniz. Bildiğimiz üzere, her seyrü seferin başladığı bir de liman vardır: tarayıcınızı açtığınızda karşınızda bulduğunuz veya bulmasanız da enginlere açılmak niyetiyle ilk tıkladığınız sayfa. İşte bu yılın fırtınası yola çıktığınız ve "portal site" ya da kısaca "portal" dedikleri o limanın mülkiyeti üstünde kopuyor. Bu sayfayı elde eden pazarlamacılar sadece gözünüze ilk kaçacak reklamın gelirini toplamakla kalmayacaklarını, nereye gideceğinizi de belirleyeceklerini düşünüyorlar. Yani öyle bir derya bekliyor ki sizleri orada, nereye gitseniz reklam tabelaları ve sanal dükkanlar ... ne heyecan, ne macera! Webin bir metaforunun da örümcek ağı olduğunu unutmamak gerekiyor. 

Pazarlamacılar, okur-tüketirlerin ezici bir çoğunluğunun, tarayıcılarını açtıklarında ne istediklerini tam olarak bilmedikleri veya ne istediklerini bilseler dahi istedikleri şeyi nerede bulacaklarına dair hiç bir fikirleri bulunmadığı gerçeğine güveniyorlar. Yine, faaliyetlerine bir kaç yıl önce "arama" hizmetleri vererek başlamış olan ve çeşitli yan hizmetlerle sunumlarını zenginleştirerek bugünkü "portal" savaşlarının başlıca oyuncularına dönüşen Yahoo!, Excite, Alta Vista, Lycos, Infoseek ve benzeri sitelerin tüketici kitlelerini yönlendirebildikleri ve kullanıcılarda davranış alışkanlıkları yaratabildikleri de ispatlandı. Ancak bana sorarsanız, bu umumi sitelerde oluşan yığılmanın asıl nedeni ağ sakinlerinin çoğunluğunu "öğrenme safhasındaki" kullanıcıların oluşturmasıdır. İnternet yılda en az bir kez katlanarak büyümesini sürdürdüğü müddetçe, - ki bugüne değin yılda bir kaç kez katlanarak büyüyebildiğini gösterdi - ağ nüfusunun çoğunluğunu her zaman "öğrenme safhasındaki" kullanıcılar oluşturuyor olacaktır.

Portal pazarlamacılarının yanılgısı, öyle görünüyor ki, umumi sitelerdeki yığılmayı internette harcama yapmaya hazır bir tüketici kitlesine işaret olarak okuyor ve bu sitelerin okur-tüketirlerde yaratmış oldukları davranış alışkanlıklarının bir çeşit "site bağlılığını" da içerdiğini varsayıyor olmalarıdır. Oysa ki bu alışkanlıkların taşınmaz olduklarını gösteren hiç bir belirti yok ortalıkta. Benim kendi çevremde izlediğim örnekler - ki bunların çoğu interneti özel veya mesleki etkinliklerinin yararlı bir gereci olarak değerlendiren ve günde en az bir kaç saat ağa bağlı kalan yetişkinler - seyir tecrübesi kazanan kullanıcının umumi amaçlı siteleri hızla terkederek belirli bir konuda veya üründe uzmanlaşmış sitelere, yani aslında ağda sunulan içeriğin asıl sahiplerine yöneldiğini gösteriyor. Ağda hakiki bir tüketici gibi davranan, diğer bir deyişle gördüğü reklamı bir seçim olanağı gibi değerlendirebilen veya doğrudan ağ üstünden harcama yapmayı benimsemiş kitlenin ağırlıklı olarak bu alışkın ve deneyimli kullanıcılardan oluştuğunu düşünebiliriz sanıyorum. Yine de yaşadığımız düzenin esastaki işleyişini akıldışı belirlediğinden, gerçekteki gidişatı görebilmek için, "portal"  savaşlarının önümüzdeki yıl boyunca kıran kırana yaşanmasını ve bitmesini beklemek gerekiyor. Meraklısı için fakat, izlenmeye değer ve eğlenceli bir tiyatronun gösterimde olacağını şimdiden söyleyebiliriz. 

Tarayıcısını bedava dağıtmaya zorlanarak önemli bir gelir kaynağını yitiren Netscape'in "portal" savaşlarına katılmasıyla şenlenen piyasanın şu sıralardaki yıldızı Yahoo! Geçtiğimiz Haziran ayında günde ortalama 115 milyon sayfa teslimi (page delivery) gerçekleştirdiğini iddia eden ve üç yıllık faaliyetinin ardından ilk kez bu yıl cılız bir karlılık sergileyebilen bu işletmenin hisse senetleri, yaşlı kapitalistlere "ne oluyoruz?" dedirtecek şekilde tavanları deliyor. İnternet, internet olduğundan bu yana çok palavra gördü ama, bana sorarsanız, Yahoo! internetin palavra tarihinde yeni bir çığırdır. İlk açıldığında işime yaramış olduğunu hatırlıyorum - çok zaman oluyor ki uğramıyordum, zira Yahoo'nun ekranıma döktüğü yarısı çoktan geçersizleşmiş diğer yarısıysa işe yaramaz yanıltmalardan oluşan bağlantılara ihtiyacım olmuyordu. Bu yazıyı yazmaya niyetlendiğimde gidip şöyle bir gezindim, izlenimlerin eskimiş olabilir düşüncesiyle. Gerekli bir vakit kaybı oldu benim için. Eğer internette seyrederken illa da umumi bir arama sitesi kullanacaksanız ama - benim tavsiyelerim WebCrawler ve Northern Light

Dostlukla
Özcan Özbilge


Kaynak : Araf Dergisi Temmuz 1998



31 Mayıs 1998 Pazar

devrim.com kaç para eder? - Özcan Özbilge

 

devrim.com kaç para eder? / Özcan Özbilge
Mayıs 1998  

Sizlere bu yazıda züğürt emlak simsarı U'nun maceralarını anlatacaktım. Lakin kısmet olmadı. Ben yazıyı kaleme alana kadar geçen iki haftada, U hevesle girmiş olduğu piyasadan çekildi. Tabii, internet hali bu, belli olmaz. Yarın, bir de bakmışsınız, bizim U bu kez cebine biraz da sermaye koymuş olarak INTERNIC caddesini yine arşınlıyor. 

Internic de nedir diyeceksiniz, anlatayım: İnternetin comnet ve org alanlarından ad verme yetkisi tüm dünyada bir tek bu kuruluşta bulunuyor. Internic bu yetkiyi ABD yönetimini temsilen kullanıyor. 1992 sonlarında çok ortaklı bir kamu hizmeti şeklinde oluşturulan bu kuruluşun hisseleri zamanla ortaklardan sadece birinin, Network Solutions şirketinin elinde toplanmış. Internic'in tek bir şirketin denetimine geçmiş olmasının, şu sıralar, Kuzey Amerika ve Avrupa'nın idari çevrelerinde yoğun tartışmalara yol açtığı görülüyor. 

İnternette kullanılan en üst düzey alanların sadece comnet ve org'dan ibaret olmadığını biliyoruz. Yüksek öğretim kurumlarının kullandığı edu alanı ve 120 civarında ülkeyi temsil eden ulusal alanların kimileri (tr - Türkiye, uk - İngiltere, de - Almanya, fr - Fransa vb.) sanal gündeliğimizden aşina olduğumuz kısaltmalar. Ne var ki olayların gidişi, önümüzdeki yıllarda ulusal alanların hızla önemsizleşeceklerine işaret ediyor. Kaydadeğer büyüklükteki tüketici kitlelerini yönlendirebildiklerini kanıtlayan (Yahoo, Lycos, Hotbot vb.) merkezi arama ve rehberlik hizmetleri bir yandan cazibeli alışveriş mekanlarına dönüşürken, diğer yandan internet sakinlerinde şimdiden yaratmış oldukları davranış alışkanlıkları ve algı koşullanmaları aracılığıyla sanal isim pazarını büyük oranda belirliyorlar. Tüketicilerin internetin tümünde, benzer ürünlere ya da içeriklere göndermede bulunan web sayfaları arasında, alan adına dayanarak seçim yaptıkları her durumda, öncelikle comnet ve org alanlarını seçtikleri gözlemleniyor. Bu davranış kalıplarının yerleşmesinde, arama ve rehberlik hizmetlerinin izledikleri siyasetlerin yanısıra, Network Solutions şirketinin bu alan adlarının benimsenmesi yolunda yaptığı muazzam reklam ve tanıtım yatırımının da payı olduğu öne sürülüyor. Uzun yıllar ağırlıklı olarak ABD kuruluşlarına alan adı tahsis etmiş olan Internic, 1997 başlarından itibaren dünyanın diğer bölgelerinden yaptırılan alan adı kayıtlarının çığ gibi büyüdüğünü ve 1998'de beklenen toplam yeni tahsislerin yarısından çoğunun ABD dışından olacağını tahmin ettiklerini bildiriyor. Önümüzdeki yıl içersinde tekel konumunu yitireceğini bilen ve önündeki kısa zamanı sürümünü arttırmak üzere kullanmayı hedefleyen Network Solutions, yeni isim tahsislerine uygulanan ek bir kesintinin de mahkeme kararıyla kaldırılması üzerine, 1 Nisan 1998'den itibaren Internic alan adlarının yıllık kirasını 35.- ABD dolarına düşürdü ve tahsisat işlemlerini kolaylaştırdı. 

Alan adları, aslına bakarsanız, kullanıcıların kolaylığı için düşünülmüş göstergelerden başkaca şeyler değiller, zira internette gerçek adresleme IP (İnternet Protokolü) de denilen sayısal bir düzenleme aracılığıyla gerçekleştiriliyor. Sözgelimi at (Avusturya) ulusal alanında görünen bir internet sayfasının, gerçekte Tayvan'da veya ABD'de bulunan bir bilgisayarda konuşlanmış olması mümkün. Internic'den alacağınız bir alan adını hemen kullanmak zorunda da değilsiniz. Dilerseniz yüzlerce, binlerce alan adının tahsisini alıp sanal emlak simsarlığına girişebilirsiniz. Geçerli isim hakları uygulamalarını çiğnememeniz koşuluyla her türlü internet isminin alım satımını yapmanız, kiralamanız ve hatta ortak kullanıma sunmanız yasal olarak mümkün. Bu işin son derece gelişmiş bir piyasası da var: kimilerince Internic caddesi (özgün: Internic Avenue) adı da verilen bu piyasada hemen hergün sayısız internet ismi bir kaç bin ila bir kaç milyon ABD doları arasında fiyatlarla el değiştiriyor. İngilizce sözlüğün neredeyse boydan boya tapulanmış olduğu şu günlerde en hızlı gelişen emlak ticareti diğer dillerin getirisi yüksek sözcükleri çevresinde dönüyor. Türkçe sözlüğün de bu ticaretten payına düşeni alması kaçınılmaz görünüyor. 

Türkçe internet henüz başlıbaşına bir pazar oluşturmanın çok uzaklarında. Bununla birlikte bir takım simsarların Türkçe sözlüğü sayfa sayfa satın almaya başlamış oldukları da bir gerçek. Şu isimler, sözgelimi, şimdiden emlakçıların ellerine geçmiş ve uygun fiyatlardan alıcılarını bekliyorlar: emlak.com, sermaye.com, birikim.com, rehber.com, antalya.com, izmir.com, eleman.com, araba.com, nakliye.com, hediye.com, kahve.com, kredi.com, giyim.com ve yine okul, sanat, sinema, hizmet, lokanta şeklinde uzayıp giden yüzlerce sözcük... Yazının sonuna eklediğim Internic veri tabanı çıktılarında (bazılarını çok eğlenceli bulacağınız) yeterli sayıda örnek bulunduğundan, bu bölümde daha fazla isim sayıp dökmeden kendi değerlendirmelerime geçersem: Internic'den Türkçe isim toplayan en önemli iki oyuncunun Unimetal ve SuperOnline şirketleri olduğu görülüyor. Bu iki şirket kullanım değeri yüksek çok sayıda Türkçe sözcüğü pek erken tarihlerde üzerlerine geçirmişler; üstelik bunların bir kısmını başarıyla da satabilmiş veya kiralayabilmiş oldukları görülüyor. Daha az sayıda ismi ellerinde tutan bir kaç tane "bilgi-işlem hizmetleri şirketi", adreslerini Bilkent'te göstermiş olan beş altı tane adı duyulmamış (büyük ihtimalle paravan) şirket, yine Bilkent adresli özel şahıslar (bunların arasından kimliklerini araştırdıklarımın hepsi öğretim üyesi çıktılar) ve bir de Dr. Mehmet Kahevci adında ABD adresli bir özel şahıs: Bu şahıs özellikle kent isimlerine ve ünlü şirketlerin adlarına düşkünlüğüyle dikkati çekiyor; üzerine geçirdiği isimlerin bir kısmının kendisine gelir yerine altından kalkılmaz tazminat ve isim hakkı davaları olarak döneceğini şimdiden söyleyebiliriz. 

Bilkent'ten yaptırılan alan adı tahsislerinin pek çoğunun bu yılın hemen başlarında kayda geçirildiği görülüyor. Bu tahsislerin kira faturalarının bir çok örnekte ödenmemiş olmasının da dikkat çeken bir başka ortak özellik olduğunu söyleyebiliriz. Internic tahsis ettiği bir alan adının faturasının ödenmesi için müşterilerine (kira anlaşmasında 30 gün olarak belirtilmesine rağmen, uygulamada) 60 gün süre tanıdığından, cebinizden beş kuruş harcamadan arzu ettiğiniz sayıda ismi iki aylığına üstünüze kaydettirebilirsiniz. İki aylık süreniz dolduğunda, mesela posta adresinizde küçük bir değişiklik yaparak aynı isimleri (boş kaldıkları kısa sürede başka birisi tarafından kapılmamışlarsa) yeniden ayırtabilirsiniz. Yıllar önce ABD'de de oynanmış bu züğürt oyunu anlaşılan bu sıralar Bilkent'te sahneye konuluyor. 

İşte bizim U da Bilkentli züğürt simsarlardan biri - bu yazıyı U'nun akledip devrim.com ismini (başka yüzlerce isimle birlikte) iki aylığına üstüne geçirmesine borçlu olduğumuzu belirtmeliyim. Geçtiğimiz ay, Araf'ın yeni alan adını kaydettirmek üzere uğradığım Internic veri tabanında merakla gezinirken, devrim sözcüğünün comnet ve org çeşitlemelerinin tümünün ayırtılmış olduğunu görmeseydim, bu konuyu daha fazla araştırmaya herhalde niyetlenmeyecektim. Türkçe sanal emlak simsarları, ihtimal, benim Internic veri tabanında bulup da çıkardıklarımdan ibaret değil - lakin burada saydıklarımın işbaşında oldukları aşikar. U da dahil olmak üzere, seçtiğim dört oyuncuya birer mektup yazarak, ellerinde tuttukları alan adlarıyla ilgilendiğimi yazdım. Üçünden kısa sürede cevap geldi, dördüncünün e-posta adresi geçersiz çıktı. Herhalde bir yaşınıza daha gireceksiniz ama (yani ben - ki kendimi internetteki gelişmeleri günü gününe izliyor sayarım - gelen cevapları okurken bir yaşıma daha girdim) U henüz kirasını dahi ödememiş olduğu devrim.com adını bana satmaya kalkıştı. Bu mektuplaşmaların birer nüshasını yazının sonunda bulacaksınız. 

Başlığımızı şimdi bir kez daha tekrarlarsam: devrim.com para eder mi? Diğer bir deyişle Türkçe sanal emlak piyasasının imkanı var mıdır? Bugün için konuşacaksak eğer, evet! Yani, öyle ki, Türkçe internet kullanıcısının belkemiğini, daha önümüzdeki bir kaç yıl boyunca, dünya toplumlar tarihinin görüp göreceği en özenti ve en şaşkın zümrenin, adıyla anmak gerekirse, 90'lı yılların yeniyetme İstanbul burjuvazisinin oluşturacağını düşünürsek, bu piyasanın imkanı vardır. Zira bunlara, devrim.com değil, budala.com adresini dahi sunsanız, sırf içinde tr kısaltması geçmediğinden, mutlaka ziyaret edecek ve kolay kazanılmış dolarlarını duyarsızlığın ve tatminsizliğin yarattığı o acayip ihtiyaç duygusu içersinde biraz da orada bırakacaklardır. Bu nedenle Türkçe anlam taşıyan Internic alan adlarının önümüzdeki bir kaç yıl zarfında dar bir çevrede ticaret konusu olacağını söyleyebiliriz. Ne var ki bu ticaretin uzun dönemde pek bir anlam taşımayacağını da eklemem gerekiyor, zira Türkçe internet kaydadeğer büyüklükte tüketici kitleleri üretene kadar geçecek olan sürede, internet alan adları en az bir kaç kez yeniden düzenlenmiş ve bugün para yatırılan comnet ve org alanları tercihli konumlarını büyük oranda yitirmiş olacaklar. 

Buna rağmen, ben derim ki, eğer yılda 35.- ABD dolarını harcayacak imkanınız varsa, hemen hiç vakit kaybetmeden, gidip Internic'den kendinize bir alan adı almalısınız. Sevdiğiniz bir kavram ya da özel isim, sömürülmesini istemediğiniz bir deyiş ya da nida, müstehcen ya da şöven içeriklerle ilişkilendirilebilecek bir sıfat ya da eylem olabilir bu. Tahsisini alacağınız alan adını bugün ne yapacağınızı bilmiyor olsanız dahi, yarın o sözcüğün nasıl değerlendirilmesi gerektiğine bizzat karar verme imkanına sahip olacaksınız. Internic, yayın çevrelerinde network-seven adı verilen (toplu iletişim kuruluşlarının hiç bir şekilde yayına geçirmeyeceği) yedi İngilizce müstehcen sözcük dışında hiç bir isim tahsisini gönüllü olarak denetlemediğinden, sömürüye açık sözcüklerin korunması pek çok durumda özerk toplum kuruluşları veya sıradan yurttaşlarca üstlenilmiş [*]. Bizde de böyle olabilir. Bu yazıyı neden kaleme almış olduğumu açıklıkla anlamış olan okurlarıma hayırlı alışverişler dilerim. 

Dostlukla 

 
Notlar ve Ekler 

[*] Bu durum tr alanındaki isimler için söz konusu değil. Bizde uygulayım da yasaklarla ve yetkilerle denetlendiğinden tr alanında isim tahsisini üstlenmiş olan ODTÜ'ten, sözgelimi budala.com.tr şeklinde bir isim tahsisi yaptırmanız pek ihtimal dahilinde görünmüyor - yine ama bazı tahsis başvurularınızın sonunda kendinizi nöbetçi DGM'nin huzurunda bulmanız da pekala mümkün.

Ek-1: Bilkent posta adresli BarterNic şirketinin ödenmiş/ödenmemiş alan adı tahsisleri.

Ek-2: Bilkent posta adresli NetSecure şirketinin çoğunun faturası ödenmemiş alan adı tahsisleri (ilk 256 kayıt).

Ek-3: SuperOnline şirketinin ödenmiş alan adı tahsisleri.

Ek-4: Unimetal şirketinin ödenmiş alan adı tahsisleri.

Ek-5: Dr. Mehmet Kahevci adına alınmış alan adları (neredeyse tümü ödenmiş) - bu liste olaylara gebe!

Ek-6: Bilkent posta adresli U'nun (bu yazı yayına hazırlanırken artık geçersizleşmiş olan) ödenmemiş alan adı tahsisleri (ilk 256 kayıt).

Ek-7: Yazışmalar


Kaynak : Araf Dergisi Mayıs 1998


1 Mart 1998 Pazar

Tarayıcı Savaşları ve Türkçe - Özcan Özbilge


Tarayıcı Savaşları ve Türkçe
Özcan Özbilge / Mart 1998 

İnternet gerçekliğin en kısa ömürlü olduğu mekanlardan biridir. Hayat parçacıklarının alışkın olmadığımız bir hızla el değiştirip yeni gerçekliklerinin üretiminde istihdam edildiğine son kez, sinemayla tanıştığımızda şaşırmış ve internet bizleri sinemadan sonra dahi şaşırtmayı başardığında, perdeye bir adım daha yaklaştığımızın ayırdına varamamıştık. Öyle görünüyor ki ileri sanayi dünyasının naçiz kölesoyluları - mühendisler ve pazarlamacılar - her gün ruhlarını üfleyerek beden kazandırdıkları bu ortamın giderek kendi ölümlü bedenlerini sarıp sarmaladığının hala farkında değiller. 

İki yazılım üreticisi - Microsoft ve Netscape - hızla büyüyen bir pazarın kavgasında kıyasıya kapışırlarken yanakları adrenalinden al al olmuş internet muhabirleri her sabah hangi WEB tarayıcısının kaça kaç önde olduğunu e-posta kutumuza yetiştirmekteler. Kimi yorumcuların gözlerinden yaşlar süzülüyor, kimilerininse kalemlerinden kanlar damlıyor. Ekranımı dolduran İngilizce sözcük kalabalığı üzerinde göz gezdirirken, bazen bizim büyük basının tatlı suda ahlak ve özgürlük mücadelesi veren köşe yazarlarını okuyormuşum hissine kapılıyorum. Lakin ne denli kısa ömürlü olursa olsun, gerçekliğin dünyada bir izi olduğu muhakkak - yolumuza bu izleri inceleyerek devam ediyoruz. Korkunç tarayıcı savaşlarını kim kazanırsa kazansın - bizim uğraşımız Türkçe'nin bu sanal ortamda beden kazanmasına katkıda bulunmak. Kibar ve sakin - çıkarlarımızı gözetiyoruz. 

Tarayıcı savaşlarından şu aşamada karlı çıkanlar bizleriz. 1997'nin sonuna doğru piyasaya sürülen dördüncü nesil tarayıcılar internette önümüzdeki yıllarda beklenen büyümenin önemli bir kısmına kaynaklık edeceği anlaşılan uluslararası pazarın ihtiyaçları gözönüne alınarak tasarlandıklarından, Türkçe WEB yayıncılığının önündeki en büyük engeli - alfabe sorununu - ortadan kaldırdılar. Gerek Netscape Communicator (Navigator) 4 gerekse Microsoft Internet Explorer 4 özel ayarlamalara gerek duyulmaksızın, ISO standartına uygun olarak hazırlanmış Türkçe WEB sayfalarını büyük oranda doğru çözümleyerek gösteriyorlar. Büyük oranda diyorum zira en azından Microsoft'un tarayıcısı ISO standardına bütünüyle uymuyor, lakin uyuyormuş gibi yapıyor. 

Sakinleri bilirler, yüksek uygulayım şirketleri iki türlüdür: mühendislerin pazarlamacılara hizmet ettiği şirketler, pazarlamacıların mühendislere hizmet ettiği şirketler. Microsoft-Netscape rekabetinin en traji-komik sahnelerinin tüketici karşısında değil de bizzat bu şirketlerin çalışanları veya iş ortakları arasında yaşanması bu rekabetin bir yandan çok eski ve derin zümreiçi çatışmalarla örtüştüğüne işaret ediyor. Bir mühendisin Microsoft'un ürünlerini beğenmesi (eğer bizzat Microsoft'a veya bu şirketin bir iştirakine çalışmıyorsa) mesleki nitelikleri hakkında şüpheler uyanması için yeterli bir veri sayılır. Diğer yandan Netscape'in bu savaşı kazanma ihtimali olduğunu söyleyen pazarlamacıya (eğer Netscape'e veya ortaklarından birine çalışmıyorsa) deli gözüyle bakılır. Gerçekten de piyasaya sundukları ürünlerine bakarak Microsoft'un pazarlamacıların, Netscape'in ise halen daha mühendislerin hakimiyetindeki şirketler olduklarını söyleyebiliriz. Mühendis şirketlerinin ürünleri, yapmaları gereken işi becerilerinin sınırlarına ulaşıncaya değin layıkıyla yapar ve o sınıra ulaşır ulaşmaz iflas veya istifa ederler - bu sınırı mühendisin hayal gücü ve tasarım olanakları tayin eder. Pazarlama şirketlerinin ürünleriyse becerilerinin ötesinde vaatlerde bulunur, iki tökezler bir yuvarlanır, fakat su üstünde kalmayı bir şekilde başarır ve vaatlerini yerine getiremediklerinde işi pişkinliğe vururlar - bu pişkinliğin derecesini pazarlamacının gözükaralığı ve rekabetin aciliyeti belirler. 

Kuşku yok ki gerçeklik sanal da olsa bu denli ak kara değil, sonuç itibarıyla Netscape'in pazarlamacıları, Microsoft'un da mühendisleri var. Ne var ki bu satırları okuyan Internet Explorer 4 kullanıcıları farelerini ekranın hemen solundaki düğmeler üzerinde gezdirdiklerinde görecekler ki, düğmelerin üzerinde beliren küçük kutucuklardaki yardımcı bilgileri Türkçe okuyamıyorlar. Çok önemli bir nokta olmayabilir, fakat biz o kutucuklar da dahil olmak üzere, bu dergideki en önemsiz ayrıntıları dahi size Türkçe gönderebilmek için - ciddiye aldığımız - bir çaba içersindeyiz. Aynı şekilde giderek daha fazla yayınlama arzusu duyduğumuz deneysel metinlerde kullandığımız kimi javascript çıktıları da yine Internet Explorer 4 kullanıcılarına Türkçe harflerle ulaşamıyor. Communicator (Navigator) 4 ise Türkçe harfleri tüm bu ayrıntılarda layıkıyla gösterebiliyor. 

Gerek Netscape'in gerekse Microsoft'un dördüncü nesil WEB tarayıcıları bedava dağıtılıyorlar - bu kısa ömürlü gerçekliği değerlendirerek, mutlaka bir tane edinmelisiniz. Hayır, bedava sirke baldan tatlı olduğu için değil. Korkunç tarayıcı savaşlarını kazanan taraf, internet sakinlerine bugün bedava dağıttığı ürünün faturasını yarın zaten toptan bir meblağ olarak takdim edecek. O gün geldiğinde, ödemenizi yaparken "bari kullanmış olsaydım" şeklinde hayıflanmazsınız. 

Dostlukla 
Özcan Özbilge



Kaynak : Araf Dergisi Mart 1998