index

30 Kasım 1999 Salı

Aptalların Aynası - Özcan Özbilge

 

Aptalların Aynası / Özcan Özbilge 
Kasım 1999


Mahir'den ilk kez Alper'in posta kutumuza aktardığı bir mektupla haberim olmuştu. Meğer tüm dünyayı yüzbinlerce kez dolaşan ve Mahir'in kısa sürede ünü dünyayı tutan kişisel sayfasına bir bağlantı içeren o meşum mektupmuş okuduğumuz. Mektuptaki bağlantıya tıklamış, Mahir'in sayfasını okurken gülmekten kırılmıştık. Kafamızdaki kıro basmakalıplarına öylesine uygundu ki gördüklerimiz - ama öylesine haddinden fazla uygun - fotoğraflarda görünen insana arkadaşlarınca yapılan bir şaka olduğuna hükmetmiş ve ama yine de - her zaman şaşırmaya hazır olma alışkanlığımızla - sayfanın kurgulanmamış olmasına da küçük bir ihtimal verip, sonra da unutmuştuk.

Türkiye'de yeniden öldürücü bir depremin olduğu, Çeçenistan'dan yine katliam haberlerinin geldiği günlerdi. Mahir'in sayfası da o sıralarda dünya çapında bir internet olayına dönüşmekteymiş. Bir sabah, ilgilendiğim konularda yayına çıkan en son sayfaları bulması için her gece internete saldığım arama robotumun bulgularına göz atarken, tıkladığım bağlantının altından kelli felli bir İngiliz gazetesinin Mahir'le söyleşisi çıkıverdi. Afalladım. Üstelik okudukça öğreniyordum ki ne söz konusu gazetenin Mahir üstüne yayınladığı ilk yazıydı bu, ne de olay bir tek bu gazeteden ibaretti. Neler olup ne bittiğini anlamam ve göbek hizama kadar düşmüş çenemi toparlayabilmem bayağı bir zaman aldı. İngilizce internetin SalonMagazineSpin gibi en ekabir siteleri sıra sıra dizilmiş Mahir'i anlatıyor, bir takım girişimciler Mahir'i konu alan yeni siteler açıyor ve o arada Mahir'in sayfası milyonlarca ziyaret alıyordu. İnternette "ziyaret" para demektir.

Doğrusu, Amerikalı ve İngiliz köşe yazarlarının Mahir olayı üstüne kestikleri ahkamları okurken Mahir'in sayfasına güldüğümden daha fazla güldüğüm oldu. Biraz da yüzüm kızardı: aptallığın üstüne yazan bu yazarların, gerçekte, konu ettikleri hayali bir aptaldan çok daha derin, çok daha onmaz bir aptallıkla malul olduklarını ister istemez görmenin getirdiği sıkıntıyı yaşadım. Sayfanın, yaratıcılığı tartışılmaz yazarı, kıro seyretmeyi seven biz pek bilmiş Türkiyeli burjuvalara hitap ederken, muhtemelen farkında olmaksızın, modernlere mahsus evrensel bir aptallığın da altını çizivermiş olmalı.

Gördüklerime kızmamıştım ama. Aptallığın bir hiyerarşisi olduğunu düşünmüyorum. Ömrümde, kendimi de pek çok defalar aptal konumunda bulmuş olduğumdan, yabancılamıyorum da aptallığı. Perihan Mağden'in 21 Kasım 1999 tarihli Radikal gazetesindeki yazısını da görünce kızdım artık. Belki de usul usul biriktirdiğim kızgınlığı taşıran bir damla oldu. Herkes bir başkasının yazısına eklemlenerek yazdığına göre...

İnternet Mahir öz kendini açıklıyor

Pakize Suda 'mış muş' köşesinde:
    "İnternet Mahir'in gözü Hollywood'daymış. Hollywood'un gözü de Mahir'de. Hilkat garibesi rolü için daha uygun birini bulamamışlar," yazmış.
Başlıyorum gülmeye. Artık bütün gün aklıma geldikçe güleceğim. Tamam Pakize komik kadın, Türkiye'nin en eğlenceli köşecilerinden biri. Ama İnternet Mahir'in fotoğraflarını Sabah'ın internet ekinde gördüğüm günden beri, Mahir'le ilgili her şeye gülmekteyim.
Biliyorsunuz benim internet hayatım yok. Gazetelerden izliyorum bu müthiş olayı.
İnternet Mahir meselesi bize göstermiştir ki; dünya bize aç, açık. Türkiye'ye ait her şeyi pazarlayabiliriz. İşte hakiki bir Türk kırosu, internet dünyasını altüst etti.
Mahir'in akordeon çalarken çekilmiş coşku yüklü fotoğrafı, sonra kırmızı slip mayosuyla deniz kenarına uzanmış yatarkenki fotoğrafı, Mahir'in başka pozları, başka fotoğrafları hepsi çok mühim, çok 'sıcak', çok 'samimi'. Evet Mahir'in sırrı samimiyetinde. Bir bilinç yok Mahir'de. "Öz hakiki bir Türk kırosuyum, aklım fikrim karı kızda. Her halimle her şeklimle şirinim. Başarısız olabilirim. Ama kader utansın. Talih rüzgârları her an benden yana esmeye başlayabilir," durumları.
Nitekim esmeye başladı. İnternet âlemi Mahir'e hasta.
Ama Mahir'in bilinçsizliği başa bela. Mahir mühim, çünkü ne sakil olduğuna dair zırnık bilinci yok. Birisi çıkıyor, kuş uçmaz kervan geçmez sitesindeki metinlerle oynuyor. Mahir'in kafasından geçenleri, Mahir'in muhtelif kıroluk süzgeçleri yüzünden böylesine pervasızca ifade edemeyeceği düşüncelerini, İÇ SESİ'ni, Mahir'in fotoğraflarına çakıyor. Bu yazar, Mahir'in 'broken English'le (kırık, bozuk İngilizceyle) ÖZ düşüncelerini, sitesine yerleştiren yazar, harikulade akıllı biri.
Böyle bir, içinden geçirip geçirip de, çıkaramayacağı sesleri, sonuna kadar açıveriyor. Böylece bizler de özhakiki bir Türk kırosunu (Mahir maganda değil; kıro - hem yaş, hem tanım itibariyle, bu ince fakat alabildiğine mühim farka dikkatinizi çekerim) dünyaya gösterip pazarlayabiliyoruz. Bu pazarda en ummayacağınız ürünlere yer var. Yeter ki taze olsun, samimi olsun.

Evet, bu kadarını görmemiştim. Mahir'in sayfası üstüne o kadar ahkam okudum; bunların pek çoğu da uydurma bir takım nitelikler (daha doğrusu niteliksizlikler) atfediyorlardı nesnelerine ama, bir de "iç ses" uyduranına ilk kez rastlıyorum. Sesi olmayan bir insanın kişiliğine gazete köşesinden tecavüzü bu raddeye vardırabilmek için herhalde Türk kırosundan daha da beter bir kıro olmak gerekiyor: medya kırosu.

Ancak konuşma balonları, aklından geçirip geçirip asla böyle langadanak söyleyemeyeceği laflarla hınzır bir başkası tarafından doldurulmakta olan Mahir, arıza yaratacağını daha ilk günden müjdeledi. Sitesi 'işgal edilmişti'. 'O, hiç de böyle biri değildi.' Kafkas halklarının davaları filan onu ilgilendiriyordu. Sosyal bir içeriği vardı yani. Bir şahsiyeti vardı. Ona 'verilen' şahsiyeti, hor görüyordu Mahir. İçinin içine neon ışıklarının dikilip her şeyinin ortaya serilmesi, sergilenmesi katlanılır gibi değildi. 'Ciddi', 'aklı başında', 'azınlıkların sorunlarına duyarlı', 'İngilizcesi hiç de öyle berbat olmayan' biri olduğunu hassasiyet ve ısrarla vurguladı.

Peki, ne yapmalıydı Mahir? "Evet, ben oyum! Hayallerinizi süsleyen 90-60-90 ölçülerindeki kusursuz kıro benim, geldim sonunda!" diyerek kameraların önünde kendini, kadınlı erkekli (fakat gerçekte topu da belli bir erkek varoluşunun tahakküm işcileri olan) kıroseverlerin arzularını kamçılayacak şekilde mi sunmalıydı?

Vurguladığı anda, elimizden kayıp gitmeye başladı Mahir. Ta o saniyeden. Bu aynen
Salako filmlerinden birinin ortasında Kemal Sunal'ın gözlerini kameraya dikerek kendisinin önemi ve sembolize ettikleri üstüne çırpıştırdığı master tezinden bölümler okumaya başlaması gibi bir şeydi.
Gözlerimizi fark ettiği anda, nesnemiz dönüşmeye başlamıştı. İlla da, özneleşecekti. Mahir'in 'aslında olduğunu ispatlamaya çalıştığı şeyden' oysa o kadar çok, o kadar çok vardı ki. Herkes bilinçliydi, politik doğrucuydu, kendi çapında akıllı fikirli, vicdan sahibiydi.
Ama tüm bu reklam metinlerinin altında, yüz binlerce Mahir yalnızca karı kız peşindeydiler. Ve bu çok daha hakikiydi. Direktti. Samimiydi. Ayrıca, komikti.

Evet, şimdi anlaşılıyor: Bu da Mahir'inki gibi bir "sosyal içerik" belli ki. Hatta basbayağı bir sistem eleştirisi. Lakin Perihan Mağden, rolü gazetesinde kendisine verilen konuşma balonunun içini sosyal içerikle doldurmak olduğundan olsa gerek, elimizden kayıp gitmiyor.

Mahir üstünü küçük kilimlerle örttüğü bilgisayarının başında, sitesini işgal edip onu rezil edenlerden kurtulunca, can sıkıcı bir felakete dönüşmeye mahkûmdu. Aynen eski kuş uçmaz kervan geçmez site günlerindeki gibi. Birden hiç de gerekmeyen bir ciddiyet takınmış, özhakiki CNN'e çıkmak için 50 bin dolar talep etmişti. Filmlerde filan oynayacağını sanıyordu. Kendini fasulye gibi nimetten sanması, beş - on saniyesini almıştı. Oysa onun kıymeti fasulye tarzı gazıydı.

Bu satırlardaki bunaltıcı kötülüğü ve garezi hissediyor musunuz? Bedduavari bir kehanetle (galiba buna hiç de berbat olmayan İngilizcede "wishful thinking" deniliyor) başlıyor: Mağden Mahir'i "geldiği deliğe" geri gönderiyor önce bir. Ardından, CNN'den elli bin dolar isteyerek kendini nimetten saymasını hor görüyor. Bu cümlede katmerli bir tuhaflık var: sanki dünyada televizyonların elli bin doları bir çırpıda çıkarıp verdiği başkaları Mahir'den daha değerlilermiş gibi. Mağden'in satırları sanatkarane bir hakaretle sona eriyor. Kadıncağızın Mahir'le ciddi bir alıp veremediği olduğu aşikar.

Yine de Mahir'i yabana atmayalım. Mahir birden kendini (tüm hayatı boyunca olduğu gibi) hiç de olmadığı bir şey sanmasıyla da komik, bu haliyle de hakiki. Hatta daha bile hakiki. Yazarına daha işin en başında isyan edip kendi söz balonlarını kendi doldurabileceğini iddia eden bir çizgi roman kahramanı o. Mahir hakikaten filmde oynamalı. Woody Allen yıllardır iç sesini, iç gurultularını yazıp yazıp oynuyor. Mahir ise kendi iç sesini başka birinin hınzırlığı yüzünden duymak zorunda kaldı. Hemen duymamazlıktan geldi. İnatla hiç duymadığını söylüyor. Harikulade bir karakter. Temsilciliğin bu kadarına dünya âlem rastlamadı. Bu kadar tatlısına, matrağına.

Bu da Sezar'ın hakkı olsa gerek. Mahir - şimdi artık çizgi roman kahramanı olarak ait olduğu çerçeveye raptedildiğine göre - filmlerde oynayabilir. Mağden, Mahir'in filmde oynarken kaç para istemesi gerektiğini yazmayı unutmuş. Herhalde bu filmler "başkalarını kıro, kendini radikal zanneden" bir izleyici kitlesine oynayacaklar. İyi ama, Mahir şöhretini bu küçük pazara borçlu değil ki. O iki buçuk milyon izleyicisinin çoğunu yurt dışından edindi. Ummadığı paralar kazandı. Onu, o karikatürize edilmiş sayfasıyla dahi beğenen kadınlardan gerçek mektuplar aldı. Kimbilir?

Mahir sadece talihli bir insan. Hayatı da pekala değişti. Üstelik onun bunları kazanmak için kimseyi küçümsemesi gerekmedi.

Dostlukla


Kaynak : Araf Dergisi Kasım 1999